Güncelleme Tarihi:
Türkiye’de temel özgürlükler konusunda çok ateşli bir tartışma yaşanıyor. Özellikle yayımlanmamış bir kitapla ilgili olarak bazı gazetecilerin tutuklanmasıyla tartışma daha da güçlendi. Bu gazeteciler Ergenekon davasıyla bağlantılı olarak daha önce tutuklanan yüzlerce kişinin arasına katıldı.
Ergenekon davası 2007’de başladığında, Avrupa’da birçok kişi amacın Türkiye’nin anti-demokrat geçmişinden kurtulması olduğu inancıyla bu tutuklamalara destek verdi. Ancak kısa süre içinde iyimserliğimiz, kimsenin hüküm giymemesi ve tutukluluk sürelerinin uzaması dolayısıyla yerini kaygılara bıraktı. Son tutuklamaların Türk toplumunun büyük bir kısmında korku, kutuplaşma ve güvensizliğe yol açtığını gördüğümüzde ise kaygılarımızı da bir kenara bırakarak alarma geçtik.
Avrupa Birliği’nden yetkili isimlerin, Türk hükümetine yönelik temel hakların ve basın özgürlüğünün korunması çağrılarında ABD’li meslektaşlarına katılmasının ardında da bu yatıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, Avrupa’nın başkalarını eleştirmeden önce “kendine bakması gerektiği”ni söyleyerek bu çağrılara tepki gösterdi. Dahası Türkiye’deki özgürlük meselelerinin tartışmalarından kaçınmak için Erdoğan’ın Brüksel ziyaretini iptal ettiği öne sürüldü.
Bizler Avrupa’da kitapların yasaklanması ve yakılmasıyla ilgili ciddi deneyimler yaşadık. Tarihimizin en karanlık sayfalarının en başında bunlar yazıyor. Avrupa Parlamentosu’nun, Macaristan’da geçerli olan kısıtlayıcı medya yasalarının değiştirilmesi ve İtalya’da medya çoğulculuğunun sağlanması için gösterdiği çabalar da AB içinde basın özgürlüğünü geliştirme hedefimizin birer yansıması.
Birçok durumda, Avrupa ifade özgürlüğünün korunmasında çok çok ileri gitti. 2006 yılında, Hz. Muhammed’in karikatürleri ayaklanmalara ve ciddi ulusal güvenlik risklerine yol açtı ancak ne çizimlere yasak getirildi ne de karikatürist tutuklandı. Avrupa ülkelerinde yasaklanan nadir kitaplardan biri olan Hitler’in Kavgam’ı Türkiye’de 2005 yılında en çok satan kitap oldu.
Temel özgürlüklerin korunması her hükümet için bir önceliktir. Bir kademeye seçilmek ya da hukuki bağımsızlık ilkesi, Ankara hükümetini kendi meşruiyetinin de kaynağı olan bu temel görevi yapmaktan muaf tutamaz.
Demokrasi sadece özgür seçimlerden ibaret değildir; dahası bir boşluk ortamında güçler ayrılığından söz edilmesi de mümkün olamaz. ABD hükümetinin Wikileaks’in ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi yarattığını söylediği dönemde, hiçbir gazetenin yazı işlerine baskın düzenlenmedi. Çünkü ABD anayasası ifade özgürlüğünü tek bir vakanın ötesinde her durumda koruyor. Bu arada bizler Wikileaks soruşturması kapsamında yaşanan temel hak ve özgürlük ihlallerini izlemeye ve eleştirmeye devam ediyoruz.
Türkiye’de çok sık kullanılan bir söz vardır: Dost acı söyler. Bugün Türkiye’yi temel haklar konusunda en sert dille eleştirenler, aynı zamanda Türkiye’nin AB üyeliğini en şiddetle savunan kişiler. Türkiye’yi azarlamak ya da üyeliğini şiddetle desteklediğimiz bir ülkeye hak etmediği eleştirilerde bulunmaktan bir çıkarımız yok.
Ancak yayımlanmamış bir kitabı yok etmeye çalışmak, elektronik kopyalara ulaşmak için gazetelere baskınlar düzenlemek, ne olursa olsun görülmemiş ve kabul edilemez bir durum.
Bizler, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin her iki tarafın da işine geleceğine inanıyoruz. Hepsinin ötesinde bu durum Türk halkının özgürlüklerine, haklarına ve fırsatlarına katkı yapacak. Eğer Türk hükümeti AB’ye üyelik konusunda ciddiyse, Avrupa’daki en güçlü müttefiklerinin sözlerine sempatiyle yaklaşmalı. Zira burada mesele Türkiye’yi öne çıkarmak değil, basın özgürlüğü ilkesini savunmak.
Başbakan Erdoğan Avrupalı dostlarıyla bu konuda yapacağı görüşmelerden kaçınmak yerine, bu görüşmeleri talep etmeli.
Huffington Post'ta yayımlanan "Europeans and Americans Should Freely Urge Turkey to Respect Free Speech" başlıklı makaleden derlenmiştir.